virgülü zaten atılmıştır hayatın… soru işaretinde kasaplık etlerini sallandırmıştır çoktan zaman… ve mekan noktaları uzun çizgiler yapıp sınırlarını çoktan meşrulaştırmıştır... belki bir tek bu üç noktanın hatırına yazmak lazım…
hayatı gülmekle ağlamak arası ama hep bir uçtan diğerine durmadan hızla geçişlerle ve çokça bakınmadan etrafa sonrasında kimler sanık kimler tanık bilmeden hep bir nefeslikmiş gibi her şey ve gerisi yokmuş gibi ki aslında yok da ama yine de çok mu hızlı sanki diye düşünmeden küçükken atlı karınca sanıp bir değnek etrafında saatlerce dönmeler gibi masum tasarrufsuz çocuk saatleri gibi sanıp sanmaktan kaç çeşit fiil sıfat isim türetilebilirse burada işte hepsini unutarak ama baştan unuttuğunu kendine hatırlatarak dönerek giderek koşarak dönerek gelerek bilerek bilmenin cehennem uçlarını sonra çocukları bırakıp başka ülkelere kırılgan çalı dalları gibi kırılmaya giderek sonrası ne olurun hesabını bir gün yalanlar toplamının yüzüne çarpmasıyla öğrenmeyi bekleyerek ve bilmeyerek bir çok şeyi ama bildigini başkalarına ispat ederek ki o başkaları hep inanmaya meyilli bütün yalanlara ama adlarını doğru telaffuz etsen mutsuzlar kırgınlıkları yüz yıl sürer ve hayat başladığı yerden biter ve hatta bir daha başlar o ara ama onlar bilmez bunu sen de sadece söylersin söylemezsen bilmediğini anlarlar onlar gibi olmak istemezsin virgülleri noktaları ve en önemlisi işaretlerini soruların es gecip zaman kazanırsın ama bir ay aynı duvara bakıp aynı şarkıyı söylemenin zaman kaybından başka şey olmadığını sana anlatacak kimse yok daha…
kimseye inanmazsın sen kendine de aynaya da ki ayna üç nefesli bir çalgıdır içinden iki kişi geçip tek çıkılan ve sonra başka yönlere dağılan sen bu yoldan git ben başkasına bakıcam denirse yol orada biter üç aşağı beş yukarı ben burada yolun bittiği yerden başladım yeni başladım bitirirsem dönerim diyorum aslında dönesim yok hiç bir yere kalasım hiç yok burada insan hem boğulur hem aşık olur hem sevişir hem ölür hem kalır hem gider trenler bütün gün ayakta uyumuyor feribota binsen karşı kıyıdasın orada güneş daha çabuk batıyor geceyi özleyenler için bu kıyıdan bakmak daha güzel herkes buraya geliyor sonra gece yalnız kendi kendine aynanın karşısında oturanlara bakıyor kendi kendine sonra kalkıp gidiyor kendi kendine güneş bu kıyıda camlardan ve kağıtlardan yer bulamıyor kendine ama herkes biliyor geldiğini camlar ve kağıtlar ayna gibi oluyor öğle vakti…
bu geceden önceki birkaç geceden birinde pencerenin kenarında oturdum ilk kez kar yağdı o gün ve ben ilk kez nerede olduğumu anladım içimde kocaman bir taş kendine oturacak yer buldu o yerine geçtikten sonra aklımdan beş yüzyıllık tarihim geçti beş saniyede sonra dedim ki evet büyüdüm artık yetişkinim yani ölü…
yeniden başladım demem ondan ölümü taşıyorum şehir buna müsait kimse dönüp bakmıyor hiçbir şeye ölüye diriye sadece kağıtlar ve camlar ve hepsi ayna oluyor yüzüne bakana ben daha yüzümü görememiştim şimdi baksam da göstermez neyse ki fotoğraflarım var çok önceden çekilmiş onları duvara asarım kendimi kapı arkasına anahtarları pencerenin kenarına kuşları ağaca ağacı başka bir ağacın dalına ve onu da dağa götürürüm oraya ağacın altına gömüp uyur gibi yapar uyuyamam ben bu kalabalıkta canım her yere gitmek istiyor her şeye yetişmek herkesin ne dediğini duymak hayat kısa uzamaz da bu kısalıkta ne yazsan başa döner dönmezse suç senin yazamamanla ilgilidir…
ölülerin de özlediği bir şeyler olmalı … yaşam dışında… demiştim bir zamanlar… şimdi yeniden… söylemek istedim…
ny-bir kış-kışlardan biri ya da
No comments:
Post a Comment