Thursday, June 27, 2013

HEPİMİZ HRANT'IZ BENCE NE DEMEKTİR?

HEPİMİZ HRANT'IZ BENCE NE DEMEKTİR?


Sevgili eşine yazdığı o yürekleri dağlayan mektubuyla bu şiire esin veren Rakel Dink Hanımefendi’ye… 
seni tanımıyordum, Hrant, 
yeterince tanımıyordum, evet, 
fakat gördükten sonra o gün 
küskün bir çocuk gibi orada, 
kaldırımda, 
yüzükoyun uzanmış, öyle büyük, 
destansı, 
öylesine tıpatıp kendine, özgürlüğe, 
hak edilmiş onura benzeyen bir 
erinçle 
uyurkenki resmini, 

hani, yalnız kendine değil, hayır, 
ölecekse, ölümü, iyi, güzel ve doğru 
bir şeyler uğruna olsun isteyecek 
herkese, 
yani her ölümlüye benzeyen 
güzellikte… 
ve kuşkusuz, en çok da, mahallenin 
bıçkınlarıyla, efeleriyle 
baş edemediği için 
hırsından gizli gizli ağlayan, 
kendi yüreğini kemiren, 
gün günden budandığını, 
yontulduğunu 
ve lokma lokma yutulduğunu 
hisseden 
mahallenin sessiz çocuklarına 
güç veren dirilikte uyurkenki resmini 
gördükten sonra o gün, 

artık diyorum ki, kendime: 
vursalardı beni de, Hrant gibi, 
ben şahsen, zaptiyenin 
örtbas muşambasıyla değil, hayır, 
Agos gazetesiyle 
örtsünler isterdim cesedimi; 

Agos gazetesiyle örtsünler, ne fark 
eder, 
yalnızca, senin gibi, perçemim, 
potinlerim, 
bir de - biraz iş çıksın diye 
yoksul şairciklere, 
çömez muhabirlere - 
benim de potinlerimdeki 
iki romanesk delik 
görünecek biçimde… 

ki, böylece, resmin geri kalan kısmını 
güvercinler doldursun! 
senin o, İsa Peygamber’inkini andıran 
yakışıklı alnını 
kanatıncaya kadar duvara vura vura 
sonunda kalbimizde açmayı 
başardığın 
mucizevi gedikten 
gökyüzüne saçılan güvercinler... 

hani şu, sen susunca, senin o 
koskocaman, 
o, Tanrının eliyle okşanmışçasına 
sıcak 
olduğu anlaşılan yüreğinin sesini, 
‘sessizliğin sesi’ni, sonsuzluğun sesini 
açıkça işitilir kılan, 
daha gür, daha beyaz, 
daha cesur kanat vuruşlarıyla 
gökleri çatırdatan 
‘tedirgin güvercinler’... 

seni tanımıyordum, fazlaca 
tanımıyordum, fakat 
vursalardı beni de, Hrant Dink, 
senin gibi, 
her şeyi göze alıp, cenaze namazımı 
Tanrı’nın ‘Meryem Ana’ evinde 
o evin avlusunda 
kılsınlar isterdim, ‘bizimkiler’! 
kılsınlar, ne fark eder? 
kılsınlar ki, böylece, Tanrı’yı 
bir mülk gibi 
çitlerle çevirmeye kalkışan ferisiler 
bütün mülklerin, mabetlerin 
O’na ait olduğunu bilsinler! 

seni tanımıyordum evet, 
tanımıyordum, fakat 
seni, öyle haksız, öyle mızıkçılıkla 
oyundan çıkarılmış bir çocuk 
gibi gördükten sonra, dostum, 
büyük kalkış gününde 
aynı oyuna çağırılan iki kafadar gibi 
kalkıp da koşabilmek için 
sana komşu mezardan, 
belki daha cesur, daha kanatlı şeyler, 
delice mizansenler hayal etmeli 
ve diyebilmeliyim ki, 

vursalardı beni de, senin gibi, 
bu yaşlı şakağımdan, 
benim de, o güvey uykusunun 
tadından, 
o gençlik, güzellik uykusunun 
tadından 
adını, kimliğini unutan cesedimi 
bir ‘karambol’ eseri 
Balıklı Mezarlığı’na defnetsinler 
isterdim; 
üstümü de, meselâ, Lavtacı 
Nazaret’in, 
Hamparsum’un, Nikolaki Ağa’nın 
iyi cins bir vatan toprağı gibi demli 
ve bir rast semai gibi ağır, kederli 
‘ermeni’ toprağıyla örtsünler! 
evet, evet örtsünler, ne fark eder? 

örtsünler ki, böylece, efeliğin şanını, 
kanın ve kanla karılmış gücün 
verdiği sarhoşluğu burada 
kurtlara, çakallara, şahinlere bırakıp 
büyük göç katarına katılmasını bilen, 
yani senin gibi, Hrant Dink, 
şakaklarında ve potinlerinde delik, 
ama boyunlarında 
ne haç, ne ay yıldız, 
ne süleymanın mührü, 
simurgunu arayan bütün kanatlıların, 
bütün ‘tedirgin’ sakaların, 
bülbüllerin, çayırkuşlarının 
ve güvercinlerin 
orada, ‘eskilerin’ sözüyle, 
‘sınıfsız ve devletsiz’, 
çitsiz ve çepersiz çayırlarında, 
ebediyetin, 
kendi soylarına soplarına boş verip, 
sabah akşam yalnızca 
Tanrının adını yücelttiklerini 
öğrensin zeolotlar! 

ve simurgun gökçe diriliğini, 
gökçe doğurganlığını, 
ölülere yaşama, taşlara kanatlanma 
tadını veren bir neşide olarak 
eklediklerini 
sabah akşam ötüşlerine… 

Cahit  Koytak, 26 Ocak 2007 
(Agos, Hrant'ın Ardından, Sayi: 567-09 Şubat 2007)

No comments:

Post a Comment